İMAM-I RABBANİ (KS) :
İkinci bin yılın müceddidi (yenileyicisi) ünvanıyla tarihe geçen ve büyük bir mürşidi kâmil olan İmam-ı Rabbani hazretleri, zamanının padişahlarına, yaratıcısını unutmuş devlet adamlarına ve o devrin yetki sahibi kişilerine çok tesirli mektuplar yazarak, gerçek kurtuluşun Kur’an ve Sünnet yolu olduğunu ve hurafelerle mücadelenin mecburiyetini anlattı. Toplam 536 mektuptan oluşan mesajlar üç ciltte toplanarak meşhur, “Mektubat” isimli eser ortaya çıktı. Geçen zamana rağmen güncelliğini koruyan, “Mektubat”, müridanın başucu kitabı olarak kabul ediliyor.
İmam-ı Rabbani hazretleri, benzeri az yetişen müstesna bir İslam âlimi ve büyük bir mürşidi kâmildir. Hindistan'da yetişen en büyük velidir. O, Nakşîbendiyye, Kadirîyye, Suhreverdîyye, Çeştîyye ve Kübrevîyye büyüklerinin bütün kemâlâtına kavuşmuş ve bu tarikatların hepsinden icazet almıştır.
Muhtelif memleketlere irşad için gönderdiği halifelerine, ilim ehline ve bu yolun manevi yolcularına pek çok mektuplar gönderip onları sünnet-i seniyyeye teşvik etti. Nice manevi makamları ve gizli sırları açıkladı ve çözümü zor olan pek çok soruyu tek tek cevapladı.
Zamanının padişahlarına, yaratıcısını unutmuş devlet adamlarına ve o devrin yetki sahibi kişilerine çok tesirli mektuplar yazarak, gerçek yolun Kur’an ve Sünnet yolu olduğunu, hurafelerle mücadelenin şart olduğunu anlattı. İşte İmamı Rabbani hazretlerinin yazmış olduğu bu mektuplar bir kitapta toplamış ve “Mektubat” isimli meşhur eser meydan gelmiştir. İnşallah bu köşemizde O büyük İmamın “Mektubat” isimli eserinden seçtiğimiz bazı mektupları sizlerle paylaşacağız.
Bu vesileyle evvela İmamı Rabbani hazretlerinin hayatı hakkında kısa bir malumat verelim.
Geleceği Önceden Haber Verilen Yenileyici
Hicri 971 (1563) yılında, muharrem ayının onuncu günü, yani âşûre gününde Hindistan'da Delhi ile Lahor arasında bulunan ve o zamanın önemli bir yerleşim merkezi olan Serhend şehrinde doğmuştur. Doğduğu yere nisbetle kendisine "Serhendi" denilmiştir.
Nesebi, baba tarafından Abdullah b. Ömer yoluyla Resulüllah’ın ikinci Halifesi Hz. Ömer’e dayanır. Yirmi sekizinci göbekten Hz. Ömerü’l-Faruk’un torunudur ve Onun soyundan gelmesi hasebiyle de "Farukî" nisbesiyle anılır.
Asıl ismi Ahmed bin Abdülehad el-Farûkî olan İmamı Rabbani hazretlerinin geleceğini birçok büyük veli müjdelemiştir. Bunlardan Şeyh Ahmed (Molla) Camî hazretleri şöyle buyurmuştur: “Benden sonra Allah’ın veli kullarından ismi Ahmed olan on yedi tane zat gelecektir. Bu zatların sonuncusu ise bin yılının başında ortaya çıkacaktır ki, Bu onların en üstünüdür.”
Ehl-i Keşifden büyük bir topluluk, burada kastedilen zâtın İmamı Rabbani hazretleri olduğu görüşünde ittifak etmişlerdir.
Daha sonra Kendisine “Müceddid-i Elf-i Sanî" (Hicri) ikinci bin yılının müceddidi denilmiştir. Bu ünvanla anılmasının sebebini kısaca izah edelim:
Eski ümmetlerde her bin senede şeriat sahibi bir Resül gelir, evvelki şeriatı değiştirirdi. Her yüz senede ise bir Nebi gelirdi ki, bu Nebiler şeriat sahibi Peygamberin getirdiği ahkâmı değiştirmez, onu kuvvetlendirirdi.
Fakat Peygamber Efendimizden sonra başka bir Peygamber gelmeyeceğine göre, bu görev Peygamber varisi olan âlimlere düşüyordu. Nitekim Peygamber Efendimiz bir Hadisi şeriflerinde "Allah her yüzyılın başında bu ümmete dinini yenileyen (bir müceddid) gönderecektir." (Ebu Davud, Mışkat, l, 82) buyurmuştur. Gerçekten de Hadisi şerifin beyanı veçhile, her yüzyılın başında İslam Dinini kuvvetlendiren böyle bir müceddid gelmiştir.
Efendimizden bin sene sonra ise, İslam Dinini her bakımından ihya edecek, bidatlerden temizleyip Asr-ı Saadetteki saf, duru ve temiz haline getirecek ve Efendimize gerek zahiri, gerekse batınî hususlarda tam varis olacak bir zatın gelmesi gerekirdi. İşte O zatın İmam-ı Rabbani hazretleri olduğunda âlimler ittifak etmişlerdir.
Gerçekten de bakıyoruz ki; İmam-ı Rabbani hazretleri, Efendimiz Aleyhissalatü Vesselamdan bin sene sonra gelmiş, hicri ikinci bin yılının başında zahiri ve batini ilimleri tamamlayıp, mutlak olarak irşad makamına oturmuş ve âlemi cihanı, Resülüllah Sallallahü Aleyhi Vesellemin nurları ile aydınlatmaya, bidat ve hurafeleri ortadan kaldırıp İslam Dinini ihya etmeye başlamıştır. O sıralar Hindistan'da ve hatta bütün İslam âleminde baş gösteren sapık fikirler, bozuk inanışlar ve din düşmanlarının korkunç saldırıları Onun vasıtasıyla bertaraf edilmiş, Hak ile batıl birbirinden ayrılıp, insanlar gaflet uykusundan uyandırılmıştır.
İmamı Rabbani hazretleri, dine sokulmak istenen hurafe, bid'at ve batıl inançları reddedip, dinin aslını muhafazaya çalışmış ve o devir insanının ihtiyacı olan dinî meselelerde yeni bir takdim şekli ortaya koyarak herkesin kabulünü kazanmıştır. Tevhid ehline gerekli olan Kur’an ve Hadis anlayışını telkin buyurmuş, tefrika ve indî tevilden bunalan ricali uyandırmıştır. Böylece zamanın uleması ve şahı gedası Ona intisap etmiş ve yolundan ayrılmamışlardır.
İmamı Rabbani hazretleri itikat konularında müctehid olup, hicri ikinci bin yılının müceddididir. Allah-u Teala yüksek mertebelerin husûsî sırlarını Ona bildirmiş, Onu irşad Kutbu seçerek ikinci binin yenileyicisi ve nurlandırıcısı kılmıştır.
Bunu da birçok ilhamla Kendilerine haber vermiş, bu manayı ve esrarı herkese yayıp ifşa etmesini emretmiştir. Onun, gerek şeriat, tarikat, marifet ve hakikatteki Asr-ı Saadet anlayışı, gerekse İslam’ı anlatış ve yaşayışı, tabilerini her geçen gün çoğaltmış, bu üstün hizmetleri sadece Hindistan'la bağlı kalmayıp, dünyanın her tarafına kök budak salmıştır.
İmam Rabbani hazretlerine “Müceddid-i Elf-i Sanî" (Hicri) ikinci bin yılının müceddidi denilmesinin yanı sıra, talebeleri ve sevenleri arasında "Sıla" ismiyle de anılmıştır. Zamanının âlimleri de Ona "Sıla" ismiyle hitab etmişlerdir. Zira, İmam-ı Suyûtî’nin “Cem’ül-Cevâmî’”isimli eserinde geçen bir Hadisi şerifte: "Ümmetimden birisi gelir, Ona ‘Sıla’ ismini verirler. Onun şefaati ile çok kimseler Cennete girer." buyrulmuştur.
Tasavvufun İslam’a uygun olduğunu ispatladı
İşte bu hadis-i şerifte müjdelenen "Sıla" ismini Ondan evvel kimse almamış ve Ondan evvel hiç kimseye “Sıla” denmemiştir.
“Sıla” birleştirici demektir. İmamı Rabbani hazretleri de, tasavvufun İslamiyet’ten ayrı olmadığını, bilakis İslam’a uygun olduğunu delillerle ispat etmiş, İslam ahkamıyla Tasavvufu vasledip birleştirmiştir.
Çünkü Onun yaşadığı dönemde, sapık fikirlerin, bozuk inanışların yaygın olması yanında başka fitnelerde vardı. Mesela tasavvufta bir ekol olan “Vahdet-i vücud” görüşünü anlatan sözler, Müslümanlar arasında çeşitli şekillere sokuldu. Birçok cahil kimse, büyüklerin sözlerindeki manaları anlamayarak zamanla dinden çıktı. İslam düşmanları da bunu fırsat bilip, Müslümanları doğru yoldan ayırmak, birbirine düşürüp parçalamak için çalıştılar. Tasavvufla, İslam’ın Şer’i hükümleri arasında ayrılık ve çatışma varmış, ikisi birbirinden ayrıymış gibi gösterdiler. Bu yönde propagandalar yaparak, Müslümanları çeşitli isimlerle guruplara ayırıp birbirine düşman etmek istediler.
İşte ortalık bu fitnelerle kaynıyorken, İmam-ı Rabbani hazretleri ortaya çıktı ve başta vahdet-i vücud bilgileri olmak üzere, yanlış anlaşılan daha birçok meseleyi açıkça izah ederek, insanların zihinlerini ve kalplerini, bozuk inanışlardan temizledi. Tasavvuf hakkında erbabınca sorulan bütün sorulara ikna edici cevaplar vererek anlaşılmayan yer bırakmadı. Ne kadar Tasavvufî terim varsa, hepsini ayrı ayrı ve mükemmel bir şekilde açıkladı. Böylece, bu konularda yanlış anlamaya müsait olan ifadelerin arkasına sığınarak Müslümanlara saldıran, onları kandırıp şaşırtan şarlatanların ve tarikatı istismar eden sahtekârların maskelerini düşürdü. Tarikatla-Şeriat arasındaki rabıtayı iyice güçlendirdi ve iki sistemi vasledip, yani birleştirip tek bir vücut haline getirdi. İşte Ahkam-ı İslami’ye ile tasavvufu birleştirmesi sebebiyle de kendisine "Sıla" denildi.
Nitekim İmam-ı Rabbani hazretleri bir mektubunda; "Beni iki derya arasında ‘Sıla’ yapan Allah’ü teâlâya hamd olsun" diye dua etmiştir.
Son olarak, köşemize ismini verdiğimiz, “Mektubat” isimli eser hakkında da kısaca malumat verecek olursak; İmam-ı Rabbani hazretleri gençlik yıllarında bir takım eserler ve risaleler kaleme almışsa da, şeyhlik makamına çıktıktan sonraki irşad yıllarında, gönül sohbetleriyle ve mektupla irşad usulünü benimseyerek eser telifini bırakmıştır. Malum mektup'la irşad, Peygamber Efendimizle başlayan bir tebliğ yöntemidir. Asr-ı saadetten sonra pek çok ilim ve gönül adamı, bunu benimsemiştir. İmam-ı Rabbanî hazretlerinin gerek talebe ve halifelerine, gerekse devrin sultan ve devlet adamlarına yazdığı mektuplar bir eser haline getirilmiş, muhtelif dillere tercüme edilerek bir kaynak eser niteliği kazanmıştır.
Üç Ciltte Toplanan 536 Mektup
“Mektûbât” isimli eser üç cilt olup, beş yüz yirmi altı mektubun toplanmasıyla meydana gelmiştir. Bu kitap, kelâm ve fıkıh bilgilerini, tasavvufun marifetlerini, manevi dereceleri ve makamları açıklayan uçsuz bucaksız bir deryadır. Tabi bu deryadan inci mercan çıkarmak da, ancak usta dalgıçlara nasip olur. Bu asrın Kutbu, üstadımız Mahmud Ustaosmanoğlu Efendi hazretlerimiz de: “İmam-ı Rabbani hazretleri olmasaydı neredeyse Allah’ı bulamayacaktık” buyurarak, Mektubat’daki yüksek ilimlere işaret etmişlerdir. Bu eserin birinci cildinde üç yüz on üç mektup vardır. Bu cildin son mektubu, Muhammed Hâşim-i Kışmî'ye yazılmıştır. İmâm-ı Rabbânî hazretleri bu mektubunu yazınca; "Resûllerin, Din sâhibi Peygamberlerin ve Ashâb-ı Bedr'in sayısına uygun olduğundan, üç yüz on üç mektupla birinci cildi burada bitirelim" buyurmuştur.
İkinci ciltte ise, Esmâ-ü’l-Hüsnâ sayısınca, yâni Allahü Teâlânın Kur'ân-ı Kerîmde geçen doksan dokuz ismi sayısınca, doksan dokuz mektup vardır.
Üçüncü ciltte ise, Kur'ân-ı kerîmdeki sûrelerin sayısınca yüz on dört mektup vardır. Böylece her üç ciltte toplam beş yüz yirmi altı mektup vardır.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri vefât ettikten sonra, on mektubu daha üçüncü cilde ilâve edilmiş, böylece toplam mektup adedi, Beş yüz otuz altı olmuştur. Mektûbât'daki mektupların birkaçı Arapça, geri kalanların hepsi Fârsça’dır. Mevla Teala bu eserden hakkıyla istifade etmeyi ve orada anlatılan manevi makamlara ulaşmayı cümlemize nasip eylesin. Amin!
|