TARİKAT DÖNEMİ 1 :
1. XII ve XIII. Asır'da Tarîkatlar
XI. asır başında yaşamış bulunan Gazzâlî, Tasavvuf târihimizde bir dönüm noktasıdır. Gazzâlî'nin geliştirip sistematize ettiği ehl-i sünnet tasavvufu, Gazzâlî'den sonra müessese bazında faaliyet göstermeye başladı. Bu yüzden XII. ve daha sonraki asırlar, tasavvufun tarîkat şeklinde müesseseleştiği çağlardır. Tarîkatların tekevvün döneminin ardından tasavvufî tefekkürün en önemli simaları (İbn Arabî, İbn Fârıd, İbn Seb'în) bu asırlarda yetişmiştir.
Bir yandan Abbasî hilâfetinin her geçen gün siyâsî nüfûz ve istikrarını kaybetmesi, diğer yandan Batı'dan gelen haçlı saldırılarıyla Doğu'dan gelen Moğol istilâsı, İslâm dünyâsını târumâr etmişti. Bu yıllar Anadolu'da Anadolu Selçukluları ve beyliklerin, Mısır'da Memlüklerin, Irak ve Suriye'de yine muhtelif beyliklerin hüküm sürdüğü bir dönemdir. Siyasî otoritenin zaafa uğradığı bu yıllarda halkın mânevî otoritelere sığındığı ve onların rûhânî himâyesinde ferahladığı dikkat çekmektedir. Halkın ve yöneticilerin XI. asırdan îtibâren sûfîlere gösterdikleri hürmet ve saygının bu asırlarda giderek arttığı görülmektedir.
Selçuklu hükümdarları, sûfîlere samimî bir hüsn-i kabul göstermiş, fethettikleri bölgelerde onlar için tekkeler inşâ ederek vakıflar tahsis etmişlerdir. 545/1150 yılında Amasya'da inşa edilen hankâh-ı Mes'ûdî'yi diğerlerinin takip etmesi, XII. milâdî asırdan îtibâren Anadolu'da birçok mutasavvıfın yerleşmesini sağlamıştır.
VI. ve VII. Hicrî, XII. ve XIII. milâdî asır, tarîkatlerin tekevvün dönemidir. Bugünkü anlamıyla tekkesi, zâviyesi, şeyh ve mürîd münâsebetleriyle ilk tarîkatler bu yüzyılda kurulmuştur. Bağdad'da Abdülkadir Geylânî, Basra'da Ahmed Rifâî, Türkistan bölgesinde Ahmed Yesevî, bu dönemde yetişen ilk tarîkat kurucularıdır.
Abdülkadir Geylânî'nin tam adı Muhyiddin Ebû Muhammed b. Ebû Salih Zengidost'tur. 470/1076 yılında Hazar'ın güneyinde Gilân'a bağlı Neyf'de doğdu. 562/1166 yılında Bağdat'da öldü. İlk tahsilini memleketinde yaptıktan sonra onsekiz yaşında Bağdad'a geldi. Bağdad'da muhtelif kişilerden dînî ilimler tahsilini tamamladı. Nihâyet Ebu'l-Hayr Muhammed b. Müslim Debbâs vâsıtasıyla tasavvuf yoluna girdi, tarîkat hırkasını giydi. 521/1127 yılından îtibâren Bağdad'da irşad ve nasihat faaliyetlerine başladı. Etkili ve coşkulu vaazları sayesinde sevilen bir mürşid oldu. İlim ve devlet ricâlinden pek çok kimse onun mürîdleri arasına katıldı. O'nun tasavvufî eğitim anlayışında mürîd önce riyâzet ve çile döneminden geçecek, dünyâdan el etek çekecek, sonra sülûkünü tamamlayıp tekrar halkın arasına dönecektir.
Kendisinden sonra gelenlerce, başta İbn Arabî olmak üzere "kutub" ve "insan-ı kâmil" olarak tavsif edilen Abdülkadir Geylânî'nin tarîkatı İslâm dünyâsının her tarafına yayılmıştır. Vaaz ve irşadlarından oluşan el-Gunye, el-Fethu'r-Rabbânî, Fütûhu'l-gayb gibi eserleri vardır.
Abdülkadir Geylânî ile çağdaş olan tarîkat pirlerinden biri de Ahmed Rifâî (ö.578/1183)dir. 500 veya 512/1118 yılında Basra'da doğan Rifâî, dînî ilmleri ikmal ettikten sonra dayısı Şeyh Mansur'dan tarîkat almış, vefâtından sonra da onun postuna oturmuştur. Vefâtına kadar bu hizmeti sürdürerek adına bir tarîkat teessüs etmiştir.
Bu yüzyıllarda Türkistan bölgesinde Sayram şehrinde dünyâya gelen ve Yesi'de yaşayıp oradaki insanları kendi dilleriyle tarîkat, tasavvuf ve İslâm yoluna çağıran bir mutasavvıf daha vardır. O da Anadolu ve Balkanlar'a kadar uzanan bir çizgide tesir ve nüfûz sâhibi olan Ahmed Yesevî'dir. 562/1166 yılları civarında ölen Ahmed Yesevî, Kuzey Türkistan bölgesinde İslâmiyetin yayılmasını sağlamıştır.
Ahmed Yesevî ile aynı şeyhten feyz alarak daha sonra kurulacak Nakşbendîlik'in ilk temel esaslarını kuran Abdülhâlik Gucdüvânî (ö.595/1199) Mâverâünnehr ve Buhara bölgesinde tasavvuf ve tarîkat hizmetini sürdürmüştür. Nakşbendîlik'in "onbir esasını" kuran Gucdüvânî'den Bahâeddîn Nakşbend'in "üveysî" tarîk ile feyz aldığı bilinmektedir.
Aynı yüzyıllarda Kuzey Afrika'da teşekkül eden ve günümüze kadar tesirini devam ettirecek olan Şâziliyye tarîkatının kurucusu ise Ebu'l-Hasan Ali b. Abdullah Şâzilî'dir. 657/1258 yılında vefât ettiğinde yerine Ebu'l-Abbas Ahmed Mürsî'yi hâlef bırakmıştır. Şâzeliye Mısır ve Kuzey Afrika'da en yaygın tarîkatlerden birisidir.
XII. ve XIII. asır, daha sonraki dönemlerde tesir ve nüfûzunu devam ettirecek Kübreviyye, Sühreverdiyye, Ekberiyye, Bedeviyye ve Mevleviyye gibi tarîkatlerin teessüs edip geliştiği yıllardır.
Bunlardan Kübreviyye, Harezmli Şeyh Necmeddin Kübrâ (ö.618/1221) tarafından kurulan tarîkattır. Necmeddin Kübrâ, Moğollarla yaptığı savaşta şehid olmuştur. Tarîkat ve nüfûzu Türkistan bölgesinde saygın bir şeyhtir.
Sühreverdiyye tarîkatı Adâbü'I-mürîdîn müellifi Ebu'n-Necîb Sühreverdî (ö.563/1167 ) tarafından kurulmuş ve zamanının "şeyhler şeyhi" sayılan Ebû Hafs Ömer Sühreverdî tarafından geliştirilip sistemleştirilmiş bir tarîkattır. Ebû Hafs Sühreverdî, uzun bir ömür sürmüş, çağdaşı Halîfe Nasır li-dînillâh'ın saygısını kazanmıştır. Hâlife tarafından Anadolu Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykûbâd'a elçi olarak diplomatik bir görevle gönderilmiştir. Avârifü'l-maârif adlı eseri tasavvuf klasikleri arasında yerini aldığı gibi, tekke ve zâviyelerdeki tasavvufî âdâb ve protokolü ihtiva eden kaynak eserlerden biri olmuştur.
Bahâeddin Zekeriyya Multânî (ö.666/1268) Sühreverdiyye'nin Hindistan temsilcilerindendir. Fahreddin Irâkî, Multânî'nin damadıdır. Şeyhinin vefâtından sonra Hindistan'dan kalkıp Anadolu'ya gelmiş, Konevî ile görüşerek İbn Arabî'nin fikirleriyle tanışmış ve Lemeât adlı eserini kaleme aldıktan sonra 688/1289 yılında Şam'da vefât etmiştir. İbn Arabî'nin en önemli üstadları arasında yer alan Ebû Medyen Şuayb el-Mağribî (ö.590/1194) bu devrin önemli şeyhlerindendir. Abdülkadir Geylânî şarkın (Şeyhu'1-maşrık), o da mağribin şeyhi (Şeyhu'l-mağrib) sayılmıştır.
Ekberiyye tarîkatı Şeyh-i Ekber namıyla ünlü Muhyiddin b. el-Arabî (ö.638/1240)'ye nisbet edilen bir tarîkattır. İbn Arabî, Füsûsu'l-hikem ve el-Fütûhâtü'I-Mekkiyye adlı muhteşem eserleriyle tasavvuf tefekküründe yerini aldığı gibi, aynı zamanda Ekberiyye tarîkatının kurucusu sayılmıştır. Endülüs'te doğup Mısır, Şam, Anadolu gibi o günün İslâm ülkelerinin pek çoğunu gezmiştir. İbn Arabî "vahdet-i vücûd" anlayışını sistemleştiren sûfî sayılır. O'nun yaşadığı yıllar Vahdet-i vücûd inancının İslâm ülkelerinin her yanında değişik kişilerce temsil edildiği yıllardır. Kuzey Afrika'da Abdülhak b. Seb'în, Mısır'da İbnü'l-Fârid bu asırlarda bu düşünceyi temsil eden mutasavvıflar olarak dikkat çekmektedir.
Bedeviyye tarîkatı, 596/1200 yılında Fas'ta doğmuş, 675/1276 yıllarında Mısır'da ölmüş Ahmed b. Ali Bedevî'ye nisbet edilir. Ahmed Rifâî ve Abdülkadir Geylânî gibi büyük mutasavvıfların kabirlerini ziyaret eden Ahmed Bedevî, mânevî olgunluğa eriştikten sonra, Mısır'a gelir ve Tanta şehrine yerleşir. Burada kırk yılı aşkın bir süre halkı irşad ile meşgul olduktan sonra vefât eder ve oraya defnedilir. Ahmediyye veya Sutûhiyye gibi adlarla anılan Bedevîlik, Mısır'da Şâzeliyye'den sonra en yaygın tarîkat olma özelliğini hâlâ sürdürmektedir.
Mevlânâ Celâleddin Rûmî'ye nisbet edilen Mevlevîlik de bu yılların tarîkatıdır. Mevlânâ babası Bahâeddin Veled (ö.628/1231) ve Burhâneddin Muhakkik Tirmizî vâsıtasıyla aldığı Kübrevîlik, Şems-i Tebrizî'den aldığı vecd ve coşkuyu İbn Arabî tesiriyle aldığı vahdet-i vücûd telakkisiyle yoğurmuş yepyeni bir mektep olmuştur. Şems-i Tebrizî, Baba Kemâl Cündî, Şeyh Rükneddin es-Secâsî, Evhadüddin Kirmânî, Fahreddin Irâkî ve Kirmânî ile çağdaştır. Ömrünün çoğunu seyahatlarla geçiren Şems, 642/1244 yılında Konya'ya gelerek Mevlânâ ile tanışmış, onun hayâtını değiştirmiştir. Şiir, edebiyat ve semâya önem veren bu yol, yıllar boyu Osmanlı ülkesinde "kalem efendileri"nin tarîkatı olarak etkin olmuştur.
Burhâneddin Muhakkik Tirmizî, Bahâeddin Veled'in talebesi ve mürîdidir. O'nun peşisıra Belh'ten Anadolu'ya gelip Kayseri'ye yerleşmiştir, Kübrevîdir.
Bu devrin ünlü şeyhlerinden Adî b. Müsâfır Hakkârili olup Musul civarında yaşayıp orada ölmüş (ö.557/1162 ) bir şeyhtir. 606/1209 yılında Şîraz'da vefât eden Ruzbihân Baklî XII. asrın velûd mutasavvıflarındandır. Onun "Meşrebu'l-Ervâh" adlı makam, menzil ve kavramlara dâir eseriyle Şatahâtu's-sûfiyye'si meşhurdur.
Necmeddin Kübrâ'nın halîfelerinden Mecdüddin Bağdadî, (ö.606/1209) Harezmşah Sultanı Muhammed tarafından Ceyhun nehrine atılarak idam edilmiştir. Feridüddin Attar eserinde onu anlatmaktadır. Necmeddin Kübrâ'nın yetiştirdiklerinden biri de Seyfüddin Bâharzî (ö.658/1259) dir. Necmüddin Râzî (ö.628/1230) de bu dönemde eserleriyle tanınan müelliflerdendir. "Necm Dâye" adıyla ünlü Râzî'nin Mirsâdü'I-İbâd adlı eseri meşhurdur. Konevî ve Mevlânâ ile görüştüğü söylenmektedir.
|