ZÜHD DÖNEMİ 5 :
bb.Sevgiye Dayalı Zühd Yolu: İlk temsilcisi Râbia Adeviyye'dir. Râbia, hemşehrisi Hasan Basrî'den farklı bir tasavvufî anlayışın sâhibi ve kurucusu olmuştur. Onun geliştirdiği tasavvufî hayât, sevgi ağırlıklıdır. Allâh'ı zâtından dolayı severek dünyâdan el-etek çekmek ve yalnız O'nun cemâlini temaşâya gönül vermektir. Böylece Râbia sevgiyi ikiye ayırmış olmaktadır:
1. İnsanı mâsivâ ile meşgul eden sevgi;
2. Allâh'ı zâtı için sevmek.
Râbia sıcak bir aşktan kaynaklanan vuslatı tadan ve cemâlullah peşinde koşan bir zâhide idi. O'nun sevgiye dayalı zühd anlayışı şu kıtada özetlenmiştir:
Seni iki sevgi ile seviyorum. Biri Sana karşı aşk ile bağlanışımın ifâdesi, öbürü Senin sevilmeye lâyık oluşunun içimde meydana getirdiği sevgi.
Sana sevgi ile bağlanışım yüzünden yalnız Seni anıyor, Senden başkasıyla alâkadar olmuyorum.
Senin sevgiye lâyık oluşunsa Seni görmek için aradaki perdeleri kaldırmandır.
Râbia, Allâh'a olan sevgisinden dolayı, ibâdetlere mukabil cennet beklentisini, efendisine ücret karşılığı hizmet eden bir hizmetçi konumuna düşmek olarak görür. Çünkü sevgi ve aşk, sevgiliden karşılık beklemeye mânîdir. Râbia Adeviyye, Hasan Basrî'den hemen sonraki nesildendir. 185/801 yılında vefât etmiştir. Bir başka şiirinde de şöyle der:
Allâh'ı sevdiğini söylüyorsun, fakat O'na karşı gelmeye devam ediyorsun.
Senin sevgin gerçek olsaydı O'na itaat ederdin. Çünkü seven sevdiğine itaat eder.
Râbia, Allâh sevgisine engel her türlü sevgiyi Hakk'a perde görürdü. Kulluğu da Allâh sevgisi şartına bağlardı:
Allâh'ım Sana Cehennemden korkarak ibâdet ediyorsam beni Cehennem ateşinde yak. Eğer Sana Cennet ümidiyle tapıyorsam Cennetini bana haram kıl.
Benim Sana olan sevgi ve ibâdetim, Senin sevilmeye ve kulluğa lâyık bir mâbûd oluşundandır.
Sözlerinde ve şiirlerinde sevgi kavramını açıkça ilk defa kullanan Râbia olmakla birlikte bu anlayış, daha sonraki dönemlerde korku ve hüzne dayalı tasavvufî telakkîden daha fazla yaygınlaşmış, hattâ tasavvuf, geneli îtibârıyla, bir sevgi ve gönül mektebi hâlini almıştır.
d) Horasan Mektebi
"Horasan diyârı" olarak anılan Mâverâünnehr bölgesinin hicrî II. asırdan başlayarak son devirlere kadar mühim tasavvufî şahsiyetlerle temâyüz ettiği ve pek çok ekolün kurucusunun bu bölgeden yetiştiği, özellikle Anadolu'nun İslâmlaşması ve Türkleşmesi olayında hizmet îfâ eden sûfîlerin bu bölgeden geldiği bilinmektedir. Bu îtibârla Horasan tasavvufunun tasavvuf târihinde önemli bir yeri vardır. İbrahim b. Edhem (ö.161/777), Fudayl b. İyâd (ö.187/802), Şakîk Belhî (ö.194/809) bu bölgeden yetişen ilk zâhidlerdir. Horasan asıllı olan bu ilk zâhidler, daha sonra Basra ve Bağdad civarına gelerek, o bölgedeki tasavvufî cereyanların tesiriyle yetişmişlerdir. Bu yüzden Horasan bölgesi ilk zâhidlerinde, Basra mektebinin zühd, fakr, ibâdet, Allâh korkusu gibi bâriz vasıfları göze çarpmaktadır. Horasan zâhidleri bu vasıflardan başka bir de "tevekkül" konusundaki fikirleriyle farklı bir tablo sergilemişlerdir. Onlar tevekkülü "Allâh'ın vaadine karşı nefsin tam bir itmi'nan içinde olması" şeklinde yorumlamışlardır. Daha sonraki yıllarda Nişabur ekolüyle "melâmet ve fütüvvet" konularına ağırlık verecek olan bu ekol, "rızâ"nın makam veya hâl olması gibi bir tartışma ile makamı hâl olarak savunup Bağdad ekolünden ayrılmıştır.
Hicrî II. asırın sonuna kadar olan dönemde Râbiatü'l Adeviyye "muhabbetullah"ı, Ma'ruf Kerhî "ma'rifetullah"ı zühdün esası yaptı. Mânevî eğitimde mürşid edinme işi de Ma'ruf'un geliştirdiği hususlar arasındadır. Gerek Râbia, gerekse Dâvûd Tâî bekârdır. Dâvûd Tâî, kitaplarını ırmağa atarak riyâzata yönelmiştir. Yine bu dönemde riyâzat ve mücâhede hayli ileri noktalarda uygulanmıştır. Cezbe, vecd ve semâ gibi konular henüz pek yaygınlık kazanmış değildir.
* Kaynak: Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar; Prof. Dr. H. Kamil YILMAZ; Ensar Neşriyat
|