ZÜHD DÖNEMİ 3 :
d ) Hz. Ali (r.a.)
Hz. Ali (r.a.); Cüneyd gibi büyük sûfîlerin hakkında: "Eğer Hz. Ali savaşlarla meşgul olmasaydı, bu bizim ilmimize dâir çok şeyler söylerdi. Çünkü o, Allâh'ın kendisine ledünnî ilim verdiği bir kâmil insandı." dedikleri, Hz. Peygamber'in "İlim şehrinin kapısı"32 diye tanıttığı bir insandı. Bu husûsiyetleriyle Allâh Rasûlünün ashâbı içinde ince mânâlara, latif işâretlere, tevhîd, ma'rifet ve îmân konusunda veciz ibarelere sâhipti. Nitekim kendisine: "Rabbını nasıl tanıdın?" diye soranlara şu karşılığı vermişti: "O'nun kendisini tanıttığı şekilde, O hiçbir zaman sûrete benzemez, duygularla idrak olunamaz, insanlarla mukayese edilemez. Uzakta olana yakın, yakında olana uzaktır. Herşeyin üstündedir. Ancak bu, O'nun altında birşey vardır anlamına gelmez. O, herşeyin altındadır. Ancak bu da, O'nun üzerinde birşey olduğu anlamına gelmez. O herşeyin önündedir ama, O'nun önünde birşey vardır, demek değildir. O, eşyaya dâhildir, fakat herhangi birşey gibi birşeyin içinde onunla birlikte değil. Ben kendisi gibi hiçbir varlık bulunmayan Allâh'ı tesbih ederim."
Hz. Ali kendisine îmânı soran birisine: "Îmân, sabır, yakîn, adl ve cihad temellerine dayanır." diye cevap vermiş ve arkasından sabrı on makam üzere, yakîn adl ve cihadı da onar makam üzere anlatmıştır."33 Eğer bu rivâyet doğru ise tasavvufî makamlardan ilk bahseden kişi Hz. Ali'dir, denilebilir.
"İnsanların ayıp ve kusurlarından nasıl kurtulabileceğini" soran birine: "Aklını başkan, sakınmayı vezir, nasihati dizgin, sabrı kumandan, takvâyı azık, Allâh korkusunu yoldaş, ölümü ve belâyı hatırlamayı arkadaş" edinenlerin günah ve kusurlarından kurtulabileceğini söylemişti.
Hz. Ali, Hz. Ömer'e: "Dostumuz Allâh Rasûlüne kavuşmak dilersen yamalı gömlek giy, nalinini onar, emelini küçült, karnını doyurmadan ye!" diye nasihat etmişti.
Hz. Ali, namaz vakti geldiğinde tirtir titrer, yüzünün rengi değişirdi. "N'oluyor sana yâ Emîre'l-mü'minîn" denildiğinde: "Allâh'ın göklere, yere ve dağlara arzedip kabul etmedikleri ve insanın kabullendiği emanetin ifâsı vakti geldi. Korkum bu emaneti gereği gibi yerine getirememektir." derdi.
Hz. Ali şehîd edildiği zaman oğlu Hasan minbere çıkıp şunları söyledi: "Emîru'l-mü'minîn aramızda katlolundu. Dünyâya âit geriye sâdece bir hizmetçi satın almak için ayırdığı 400 dirhem bıraktı." diyerek onun dünyâya âit hiçbir mal bırakmadığını ümmete ilan etmişti.
Rivâyete göre Hz. Ali der ki: "Hayır dört şeyde toplanmıştır: Susmak, konuşmak, bakmak ve hareket. Allâh'ın adı geçmeyen bir konuşma boştur. Tefekkürü olmayan bir susma unutkanlık ve dalgınlıktır. İbretle olmayan bakış gaflet, Allâh'a kulluk için olmayan hareket kayıptır. Allâh, konuşması zikir, susması fikir, nazarı ibret, hareketi ibâdet olan kimseye rahmet etsin. İnsanlar böylelerinin elinden ve dilinden selâmettedir."
Ebû Nasr Serrâc, dört büyük hâlifenin tasavvufî hayât içindeki yerleri konusunda şunları söylemektedir: Dünyâyı bütünüyle terkederek elinde, avucunda bulunan herşeyi Allâh yolunda infak ile fakr-ı tammı seçenlerin imamı Hz. Ebû Bekir'dir. Dünyânın yarısından geçip, yarısını âile efrâdı ve akrabalarının hukukunu yerine getirmek için ayıranların önderi Hz. Ömer'dir. Dünyâlık malı Allâh için biriktiren veya Allâh için biriktirmekten sarf-ı nazar eden, biriktirdiğini Allâh için infak edip dağıtanların rehberi Hz. Osman'dır. Gönlünde bir dünyâ meyli duymayan, istemediği hâlde dünyâ kendisine doğru geldiğinde reddederek ondan kaçanların serveri İmam Ali'dir.34
* * *
Allâh Rasûlü ve hulefâ-i râşidînin hayâtında zühd, takvâ, sabır, tevekkül, cömertlik, ferâgat şeklinde yaşandığını gördüğümüz rûhânî ve mânevî hayâtın diğer sahâbîlerce de benimsendiğini ve en güzel örneklerinin onlar tarafından yaşandığını görüyoruz. Nitekim önceleri Allâh Rasûlü'nden dünyâlık isteyen hanımları bile, gelen âyetten35 sonra bundan vazgeçerek zühdî hayâtı benimsediler.
Âişe vâlidemiz şöyle anlatıyor: "Bir defasında giydiğim bir elbise çok hoşuma gitmişti. Hâlimden bunu farkeden babam Ebû Bekir: "Bilmez misin ki, insan dünyâ nîmetine hayranlık duyunca, o duygudan kurtuluncaya kadar Allâh kendisine gadap eder." dedi. Ben de o elbiseyi çıkarıp bir başkasına hediye ettim."
Hz. Ömer'in oğlu Abdullah, çocuklarından birine bir elbise satın almıştı. Çocuk sokağa çıkınca elbisesi yırtılmış ve koşarak babasına gelip: "Babacığım, elbisem yırtıldı." diye şikâyette bulunmuştu. Abdullah b. Ömer: "Yırtılan yerini yama ve tekrar giy!" diyerek oğlunu uyarmıştı.
Salim b. Abdullah anlatıyor: "Evlendiğim zaman babam, pekçok kimseyi düğünüme çağırmıştı. Davetliler arasında Ebû Eyyûb Ensârî de vardı. Evin duvarlarını süsleyen yeşil perdeleri gören Ebû Eyyûb: "Herkesin kadınların sözüne kanacağına inanırdım da, sizin inanacağınızı sanmazdım." demişti.
Abdullah b. Mes'ud, güzel ve yüksek bir ev yaptırmış ve Ammâr b. Yâsir'i evine çağırmıştı. Ammâr evi görünce:
"Evin yüksek, emelin büyük, ölümün yakın." diye ölümü hatırlatmış ve tûl-i emele kapılmamaya çalışmasını öğütlemek istemişti.
3. Ashâb-ı Suffe ve Zühdî Hayât
Ashâb-ı suffenin tasavvufî hayâtın ilk nüvesini teşkil ettikleri, hattâ sûfî ve tasavvuf kelimelerinin bunlara ad olan suffe kökünden geldiği öne sürülmüştür. Bunların genellikle muhâcir ve ensarın fakirlerinden oluşan, sayıları 70 ilâ 300 arasında değişen sahâbîlerden meydana geldiği bilinmektedir. Civar kabilelerden muallim istendiğinde Peygamberimiz, bunlar arasından seçip gönderirdi. Bu yüzden ashâb-ı suffe tekkenin de medresenin de İslâm târihindeki ilk nüvesi sayılır.
Hılyetü'l-evliyâ adlı eserinde ashâb-ı suffeyi tanıtan Ebû Nuaym İsfahani onlar hakkında şu görüşlere yer vermektedir: "Bunlar, Cenâb-ı Hakk'ın kendilerini fânî birşeye güvenmekten koruduğu; fânîye aldanmak yerine, Allâh'ın emirlerine sarılmayı prensip hâline getirmiş kimselerdi. Bu hâlleriyle dünyâya değer vermeyenlere örnek olmuşlardı. Âileleri ve malları bulunmadığı gibi, kendilerini Allâh'ın zikrinden alıkoyacak bir ticaret ve meşgaleleri de yoktu. Dünyâ nâmına kaybettiklerine asla üzülmezler, âhıret namına kazandıklarına sevinmezlerdi."36
Ebû Nasr Serrâc, şu âyetlerin ashâb-ı suffe hakkında nâzil olduğunu ve onların özelliklerini anlattığını ifâde etmektedir:37
"Sadakalarınızı, kendilerini Allâh yolunda vakfedip çarşı-pazar dolaşamayan, durumlarını bilmeyenlerin iffet ve istiğnalarından dolayı kendilerini zengin sandığı, senin sîmalarından tanıdığın, yüzsüzlük edip yalvara yakara isteyemeyen iffetli fakirlere verin."38
Müşrikler, Mescid-i Nebevî'nin sofasında barınan Ammâr, Suheyb ve Habbâb gibi kölelerin varlığından rahatsız olmuşlar ve bunların kovulmasını istemişlerdi de şu âyet-i kerîme nâzil olmuştu: "Sabah akşam, rızâsını dileyerek Rabblarına dua ve ibâdette bulunanları yanından kovma!"39 "Sabah akşam, Rabblarının rızâsını dileyerek dua edenlerle birlikte sen de sabret! Dünyâ hayâtının güzelliğini arzu ederek gözlerini onlardan başkasına çevirme!"40
Hz. Peygamber (s.a.s.), ashâb-ı suffeyi sever ve onlarla dâimâ görüşürdü. Hattâ onlar etrafına toplanıp halka olunca, onlar kalkmadan kalkmaz, musâfaha ettiğinde onlar çekmedikçe elini çekmezdi. Ashâbına da onlara hürmet ve hizmet edilmesini tavsiye ederdi. Hz. Peygamber'in torunu Hz. Hasan ve amcazâdesi Ca'fer'in oğlu Abdullâh, onlarla oturup kalkmaktan son derece hoşlanırlardı.
Ebû Hüreyre, Selmân Fârisî, Suheyb Rûmî, Ebû Musa Eş'arî ve Ebû Zerr gibi ünlü sahâbîler hep ashâb-ı suffedendi. Ebû Hüreyre'nin onlarla ilgili şu sözü, hâllerini en iyi şekilde özetlemektedir: "Suffe ashâbından yetmiş kadarını gördüm, giydikleri elbise namaz kılarken diz kapaklarına ulaşmıyordu. Bu yüzden rukûa vardıklarında avret yerleri açılmasın diye elbisenin eteğini çekiştiriyorlardı."
___________
32. Tirmizî, Menâkıb 20
33.el-Luma', s., 180
34.bk. a.e. s., 182
35.bk.el-Ahzâb,33/28-29
36.1,337-338
37.bk. el-Luma', s. 183
38.el-Bakara, 2/273
39.el-En'âm, 6/52
40.el-Kehf, 18/28
|