KADER VE KAZANIN KAPSAMI:
Olmuş ve olacak şeylerin hepsi Allah’ın kaza ve kaderi iledir. Hiçbir yaratılmış varlık için, Levh-i Mahfûz’da yazılmış olan ilâhî takdir ve kaderden kaçma imkânı yoktur. Bu duruma göre, insanlar Allah’ın takdiri olmadıkça, topluca birine yardım etmeye çalışsalar bunu yapmaya muvaffak olamazlar. Yine topluca birisine zarar vermeye kalkışsalar, Allah dilemedikçe buna güçleri yetmez. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Eğer Allah sana bir hastalık ve üzüntü dokundurursa, onu yine Allah’tan başka giderip kaldıran bulunmaz. Eğer sana bir hayır dokunursa, şüphesiz O, herşeye gücü yetendir.”179
Rasulullah (s.a.s), insanın yaratılışını ve kaderini insan hayatına olan etkisini şöyle açıklamıştır: “Sizden birinizin yaratılması şöyledir: Kırk gün meni olarak anne rahminde bekler. Sonra, uyuşmuş kan olarak kırk gün durur. Sonra bir et parçası olarak kırk gün daha durur. Sonra Allahü Teâlâ dört kelime ile bir melek gönderir. O melek onun; a) ömrünü, b) rızkını, c) amelinin şakî (kötü) veya,d) Saîd (iyi) olduğunu Levh-i Mahfûz’a yazar. Saîd yazdığı kimse, önce cehenneme gidenlerin amelini işlemiş olabilir. Hatta kendisi ile cehennem arası çok yakın olur. Bu durumda iken kitabın hükmü o kimse üzerine üstün gelir. Cennete girenlerin amelini işlemeye başlar ve böylece cennete girer. Başka bir kimse de cennete girenlerin amelini işler, o kadar ki, onunla cennetin arası çok yakın olur. Bu durumda iken kitabın hükmü onun üzerine üstün olur. Cehenneme gidenlerin amelini işler. Böylece de cehenneme gider.” 180
İnsanoğlu bu dünyada, kaderde belirlenen ölçüler içinde işler yapmağa muvaffak olur. Bu, gerçekte bir irade zorlaması değildir. Yani, insanın iradesine baskı yapılarak, cebrî ameller söz konusu olmaz. Ameller yine insanın irade sınırları içinde gerçekleşmiş olur. Ancak yüce Allah’ın dilemesi, yaratması ve kader yazısı da bu amele uygun cereyan etmiştir. Allah’ın Rasulü şöyle buyurur:
“Sizden hiç bir insan yoktur ki, Allah onun cennetteki veya cehennemdeki yerini yazmış olmasın. Onun şakî mi, saîd mi olduğu yazılmıştır.” Bir adam sordu: “Ey Allah’ın Rasulü, durum böyle olunca, ezelî yazımıza dayanarak ameli bıraksak olur mu?” Buyurdu ki: “Saadet ehli olan, saadet ehlinin amelini yapar. Şaki olan da şekâvet ehlinin amelini yapar. Siz amel işleyiniz. Herkes ne için yaratılmış ise ona muvaffak edilir. Saîd olana, saadet ehlinin ameli kolaylaştırılır” Sonra Allah’ın Rasulü, “Kim (Allah için mal) verir, korunur ve en güzel sözü doğrularsa, onu kolay olana muvaffak ederiz. Kim cimrilik eder, kendini zengin görüp böbürlenir ve en güzel sözü yalanlarsa onu da zor olana muvaffak ederiz” ayetini okudu.” 181
İnsanın fiilleri sorumluluk bakımından ihtiyarî olan ve ihtiyarî olmayan fiiller olmak üzere ikiye ayrılır. İhtiyarî olmayan fiil ve hareketler, insanın kendi ihtiyar ve iradesi olmaksızın, sadece Allah’ın yaratması ile olduğu için, insan bunlardan sorumlu tutulmaz. Vücutta kanın dolaşması, çeşitli iç organların çalışması, açlık duygusu gibi işler bu niteliktedir. Bunların çalışmasından sevap veya günah meydana gelmez.
İhtiyarî fiiller ise, insanın ihtiyar ve iradesi üzerine yaratılırlar. İnsanlar bu konuda bir kesbe, bir irade-i cüz’iyye’ye ve kudrete sahiptirler. İnsan belli bir amel için kendi irade ve gücünü kullanır ve Cenâb-ı Hak da onun isteği yönünde bu fiili yaratır. İnsan kendi fiilini kendisi yaratmış olmaz. Burada istek ve gücü kullanmak insandan geldiği için cebir ve zorlanmadan söz edilemez.
Diğer yandan Allahü Teâlâ, her konuda, olan veya olacak bulunan her şeyi sebeplere bağlamıştır. İnsan sebeplere sarılır, Allah da o şeyi yaratır. İlâhî sünnet bu şekilde devam eder gider. Meselâ, abdest alıp, namaz kılmaya yönelen kimse iradesini o yönde kullanmış ve gücünü de ortaya koymuştur. İrade + güç kullanma sonucunda Allahü Teâlâ abdest alma ve arkasından namaz kılma fiilini yaratmış olur. İşte ezelî ilminde bu abdest ve namazın Allah tarafından bilinmiş olması da “kader”i teşkil eder.
Kısaca, insan hayır ve şerri ezelde yazıldığı ve takdir edildiği için işlemiş olmaz. İnsanın kendi iradesiyle hayır veya şer işleyeceğini Allahü Teâlâ bildiği için, Levh-i Mahfuz’a o şekliyle yazılmıştır. Bunun için de insan, işlediği hayır ve şerden sorumlu tutulur.
(kaynak: Hamdi Döndüren).
|