VELAYET VE KERAMET:
Allahü Teâlâ şöyle buyurur: “Haberiniz olsun ki, Allah’ın veli kulları için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir. Onlar iman edip takvaya ermiş olanlardır. Dünya hayatında da, ahirette de onlar için müjdeler vardır. Allah’ın sözlerinde asla değişme yoktur. Bu en büyük mutluluğun ta kendisidir.”133
Velî, sözlükte; yakın, yâr, dost, arkadaş, yardımcı, sevgi besleyen anlamlarına gelir. Feîl vezninde olan velî, ism-i fail anlamında kullanılırsa kula izafe edilir. Bu durumda; günah işlemeden Allah’a taata devam eden O’na muhabbette çok ileri giden ve Hz. Peygamber’in sünnetlerini titizlikle yerine getiren kimse demektir. Taftâzânî’ye göre velî; Allah’ı ve sıfatlarını tanıyan günahlardan kaçınıp taat üzere olan, lezzetlere ve şehvetlere dalmayan kimsedir.134 Velî’nin çoğulu "evliyâ”dır.
Velî sözcüğü ism-i mef’ul anlamında kullanılırsa, Allah’a nisbet edilir. Bu takdirde; kulun velîsi yani dostu, yardımcısı, sahibi ve koruyucusu Allah’tır, anlamına gelir. Şu ayet-i kerimelerde veli, Allah’a izafe edilmiştir:
“Allah, iman edenlerin velisi yani yardımcısıdır. Onları karanlıklardan kurtarıp nura çıkarır...”135Çünkü benim velim (sahibim), o kitabı indiren Allah’tır, ve o, bütün salihlere de velilik ediyor.”136
Kur’an-ı Kerim’de Allah dostu olan velinin iki özelliğine dikkat çekilir. İman ve takva sahibi olması. “Onlar, iman edip, takvaya ermiş olanlardır.”137
Takva sahiplerinin özellikleri şu ayet-i kerimede ayrıca açıklanır: “(Namazda) yüzlerinizi doğu ve batı yönüne çevirmeniz birr (taat) değildir. Fakat birr; Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden; malını Allah sevgisiyle (veya mala olan sevgisine rağmen) akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere, köle ve esiri kurtarmaya veren; namazını dosdoğru kılan, zekatını veren kimselerin; sıkıntıda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabır ve metanet gösterenlerin birr (taat) halidir. İşte onlar sadık olanların ve takvaya erenlerin ta kendileridir.”138
Saîd b. Cübeyr (r.a)’den rivayete göre, Hz. Peygamber’e; “Allah’ın veli kulları kimlerdir?” diye sorulduğunda, şöyle cevap vermiştir: “Onlar, öyle kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah hatıra gelir.”139 Bu hadîse göre, Allah dostlarının siretleri ve halleri Allah’ı akla getirir, çünkü onlarda edeb, haya, huşu ve tevazu alametleri dikkati çeker. “... Secde izinden meydana gelen nişanları, yüzlerindedir...”140 ayetinde buna işaret edilir.
Hz. Ömer’in rivayet ettiğine göre, Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın kullarından bir takım insanlar vardır ki, onlar ne şehid ne de peygamberdirler. Fakat kıyamet gününde, onların Allah indindeki makamlarına peygamberler ve şehidler gıpta edeceklerdir.” Ashab-ı Kiram: “Ey Allah’ın Rasulü, bunlar kimlerdir ve amelleri nelerdir? Bize haber ver de, onları biz de sevelim ve sayalım” dediklerinde Hz. Peygamber, devamla şöyle buyurdu:
“Bunlar bir zümredir ki; aralarında ne hısımlık, ne de birbirlerine verecekleri mal ve dünyalık menfaatleri olmaksızın sırf Allah rızası için ve Allah yolunda birbirlerini severler. Allah’a yemin ederim ki, onların yüzleri bir nur gibidir ve onlar nurdan bir minber üzerindedirler. İnsanlar korktukları zaman onlar korkmazlar. İnsanlar mahzun oldukları zaman, bunlar mahzun olmazlar.”141 Rasulullah (s.a.s) devamla şu ayeti okudu: “Haberiniz olsun ki, Allah’ın veli kulları için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir. Onlar iman edip takvaya ermiş olanlardır...” 142
Velîlerin kerameti haktır. Keramet, sözlükte; izzet, şeref, iyilik ve güzellik anlamlarına gelir. Terim olarak; Allah’ın velî kullarında zuhur eden olağanüstü hallere “kerâmet” denir.
Her insanın elinde meydana gelen olağanüstü hale keramet demek doğru olmaz. Bu hali gösterenin akidesi İslâm akidesi değilse, amelleri Allah’ın emirlerine uygun değilse, haramlardan kaçınmıyorsa o harikulade hal istidrac adını alır. Bu, sahibinin küfrünü arttırmaktan, başkalarını yanıltmaktan başka bir işe yaramaz. Onun için büyük mutasavvıflar, “şeriata göre amel etmeyen kimseyi, havada uçarken, veya denizin üzerinde yürürken görsen de, onun arkasından gitme” diyerek uyarıda bulunmuşlardır.
Velinin kerameti Kitap, Sünnet ve İcmâ’ ile sabittir.
Kur’an-ı Kerim’de çeşitli kerâmet örnekleri vardır.
Zekeriyya aleyhisselâm her mescide girişinde, mescidin bitişiğindeki bir odada barınan Hz. Meryem’in yanında bir yiyecek buluyordu. Bunların nereden geldiğini sorunca da; “Allah tarafından, şüphesiz Allah, dilediğine sayısız rızık verir” cevabını alıyordu.143 Hz. İsa’nın annesi peygamber olmadığına göre onun yanında bulunan bu yiyecekler onun için bir keramettir. Çünkü Hz. Meryem, ibadete düşkün, iffetli, takva sahibi, Allah’ın, yakını olan, saliha ve veli bir kadındı.
Ashab-ı Kehf de mağarada yıllarca kalmış daha sonra, yeniden uyanarak hayata dönmüşlerdir.144 İşte mağara dostları (Ashab-ı Kehf) hakkında Kur’an’da anlatılan, bu salih gençler için bir keramettir.
Hz. Süleyman, Yemen’den Belkıs’ın tahtını getirtmek isteyince, İfrit isimli cin, bunu yerinden kalkıncaya kadar getirebileceğini söylemiş, Allah’ın kullarından bir kul ise, tahtı göz açıp kapayıncaya kadar getirebileceğini ifade edince, Süleyman (a.s) tahtı yanında hazır bulmuştur.145 Bu ayette, kitabın bilgisine sahip olan kişi olarak anılan zat, Hz. Süleyman’ın veziri Asaf’tır. Asaf; salih ve takva sahibi bir kişi olduğundan tahtı binlerce kilometre uzaktan bir anda getirmesi onun kerametidir.146
Buhârî kaynaklı bir hadiste Hz. Peygamber, geçmiş ümmetlerden üç kişinin bir mağaraya girdiklerinde, yuvarlanan büyük bir taşın mağaranın ağzını kapattığını; bu üç kişinin duaları bereketiyle açılışını anlatır. Üç kişiden birisi, ana-babasına yaptığı iyiliği Allah rızası için yaptığını, ikincisi zinadan Allah rızası için kaçındığını, üçüncüsü ise işçinin teslim almadan ayrılıp gittiği için, ona borcu olan bir parayı bir kaç yıl çalıştırıp işçisini zengin ettiğini Allah’a arzeder. Bu salih ve takva sahibi kulların duasını Cenâb-ı Hak kabul eder ve mağaranın ağzı açılır.147
Hz. Ömer’in hilafeti sırasında, bir cuma hutbesinde Nihavend’de savaş halindeki Hz. Sâriye’ye “Ya Sâriye dağa çık dağa” diye bağırmış, bunu gerek Medine’de cuma namazında bulunanlar ve gerekse yüzlerce kilometre uzaktaki komutanı Sâriye işitmiş ve bu uyarı onun savaşı kazanmasına sebep olmuştur. Bu olay da Hz. Ömer ve Sâriye için birer keramettir.148
Allahü Teâlâ için herşey mümkün olduğuna göre, Allah izin verince keramet de mümkün olur. Allah’ı seven kulunu Allah da sever. Allah’ı anan kulunu Allah da anar, dolayısıyla onun gören gözü, işiten kulağı, anlayan kalbi olur. Kerameti inkâr edenler, onun mucize ile karıştırılmasından korktukları için bu yola başvurmuşlardır. Oysa peygamber ile veli arasındaki fark açık olduğu gibi, mucize ile keramet arasındaki fark da açıktır.
(kaynak: Hamdi Döndüren).
|