TARİKAT DÖNEMİ 4 :
Zeyniyye tarîkatından "Vefâ" mahlasıyla tanınan ve Abdullatif Makdisî (ö.856/1452)'nin halîfesi olan Şeyh Muslihuddin (ö.896/1491), bilhassa Fâtih ve II. Bâyezid devirlerinde büyük bir mevki-i îtibâr sağlamıştır. Adına muzâf mahâlde bulunan tekkesine devrin bilhassa münevverleri devam etmekteydi.
Halvetiyye tarîkatı ise İran'da doğmuş olmasına rağmen Anadolu'nun birçok yerlerindeki halîfeleri vâsıtasıyla Türkiye'de en çok yayılan tarîkat durumunda idi. Tarîkatın müessis-i sânîsi olarak bilinen Yahyâ Şirvânî (ö.869/1464)nin halîfeleri zamanı demek olan bu asırlarda, Halvetiyye'nin Anadolu'daki belli başlı temsilcileri olarak Çelebi Halîfe denilen Cemal Halvetî (ö.899/1493), Sünbül Sinan (ö.936/1529), Merkez Muslihuddin (ö.959/1552), Dede Ömer Rûşenî (ö.892/1486), İbrahim Gülşenî (ö.940/1533) ve Ümmî Sinan (ö.958/1551)'ı sayabiliriz.
Bunlardan Cemal Halvetî (ö.899/1493) Yahyâ Şirvânî'nin halîfesi Erzincanlı Pir Mehmed Bahaeddin (ö.879/1474)'den hilâfet almıştır. II. Bayezid'in davetlisi olarak bir ara İstanbul'a gelmiş; Koca Mustafa Paşa dergâhında şeyhlik etmişti.
Merkez Muslihuddin Efendi de Sünbül Sinan Efendi'nin halîfesidir. Aslen Denizlili olup İstanbul'da adına muzaf mahâldeki tekkesinde şeyhlik etmişti.
Aydınlı Dede Ömer Rûşenî ise Bursa'da dînî ilimleri tahsil ederek bilâhare tasavvufa meyletmiş, önce Karaman'da Alâeddin Ali (866/1461)'ye sonra da Şirvan'da Yahyâ Şirvâni'ye intisab ederek halîfesi olmuştu. Halvetiyye'nin Rûşeniyye kolunu kuran bu zat, 892/1486'da Tebriz'de vefât etti.
Osmanlı döneminde tasavvufî-işârî tefsir müelliflerinin ilklerinden Baba Nîmetullah Nahcuvânî (ö.902 /1496) bu dönemde yaşamış bir Nakşbendî şeyhidir. el-Fevâtihu'l-ilâhiyye adlı tefsiri matbudur.
3. M. XVI - XIX. Asırlarda Tarîkatlar
XVI. asır, Osmanlı yükselişinin zirveye ulaştığı asırdır. XVII. asır ise yükselişin sona erdiği, duraklamanın başladığı yıllardır. XVI. asrın sonuna kadar son derece uyumlu çalışan tekke, medrese ve ordu üçlüsünde XVII. yüzyıldan îtibâren çatlamalar başlamıştır. Özellikle tekke-medrese kavgası en hızlı biçimde XVII. yüzyılda gündeme gelmiştir. Bütün diğer alanlarda olduğu gibi bu asırlarda tasavvufî sahada da belli bir gerileme söz konusudur. Bununla birlikte bu dönemde yine bâzı önemli tasavvuf ricâli yetişmiştir. Biz burada başlıcalarını sıralamakla iktifa edeceğiz.
XVI. asır tasavvuf ricâlinden Halvetiyye'nin Sinaniyye kolunun kurucusu Ümmî Sinan Efendi (ö.958/1551) Bursalı veya Prizren'lidir. Âlim olduğu hâlde "Ümmî" lakabını ihtiyar etmişti. İlk intisabı Habîb Karamanî'ye, sonra ise Yiğitbaşı Ahmed Efendi (ö.910/1504)'yedir. İstanbul'da Şehremini tarafında bulunan tekkesinde uzun yıllar şeyhlik etmiştir. Yine bu dönemde Halvetiyye'den Habîb Karamanî'nin hâlifesi Cemâleddin İshak Karamanî'nin (ö.933/1526) pekçok eserleri meyanında bir Vahdet-i vücûd risâlesi kaleme alması ilgi çekicidir.
Yavuz'un Mısır seferi sırasında kabrini ziyaret ettiği ve daha sonra Şeyhülislâm İbn Kemâl'in fetvasıyla akladığı İbn Arabî ve fikirlerinin bu yıllardan sonra Osmanlı ülkesinde daha rahat yayılma zemini bulduğu gözlenmektedir. İbn Teymiye ve taraftarlarının adları pek bilinip duyulmazken, İbn Arabî, Osmanlı ülkesinde hayli etkili olmuştur
Aydınlı Dede Ömer Rûşenî'nin talebesi olan Diyarbakır'lı İbrahim Gülşeni (ö.940/1533), Halvetiyye'nin Gülşeniyye kolu müessisidir. Kanunî devrinde kendisine bâzı isnadlar yapılarak İstanbul'a getirilmiş, İbn Kemâl (ö.940/1533) gibi ulemânın ekâbiri ile sohbetlerden sonra zâhirî ve bâtınî ilimlere vâkıf olduğu anlaşıldığından, bizzat padişah tarafından özür dilenerek salıverilmişti.
Yine bu yüzyıllarda Sofyalı Bâlî Efendi (ö.960/1555) ile halîfesi Nureddinzâde Muslihuddin Efendi (ö.981/1573) Halvetiyye'nin ileri gelen simaları arasında bulunuyordu. Kanunî Sultan Süleyman devrine âit tahrir defterlerine göre Anadolu vilâyetinde 623, Karaman'da 272, Rumeli'nde 205, Diyarbekir'de 57, Zülkadriye (Dulkadıroğulları)'de 14, Paşa livasında 67, Silistre livasında 20, Çirmen livasında dört zâviye bulunmakta idi.
Kanûnî Sultan Süleyman devrinin bir başka renkli sîmâsı ve ilginç sûfîsi padişahla süt kardeş olan Beşiktaşlı Yahyâ Efendi (ö.978/1571)dir.
Bu asırda Mısır bölgesinde yetişen en önemli iki sûfîden biri Kuşeyrî risâlesine şerh yazan Zekeriyâ Ensârî (ö.926/1520), diğeri İmam Şârânî (ö.973/1565)'dir. İmam Şa'rânî gerek et-Tabakâtü'1-kübrâ'sı ve gerekse İbn Arabî fikirlerine dayalı telif ettiği eserleriyle Mısır tasavvufunda önemli bir yere sâhiptir.
Halvetiyye'nin Şabaniyye kolunun kurucusu Kastamonulu Şeyh Şaban-ı Velî (ö.976/1568) bu asrın önde gelen, saygın şeyhlerinden biridir. Tarîkatı da Halvetiyye'nin en yaygın kolları arasında yer alır.
XVI. asrın sonlarında Sivas'tan İstanbul'a gelen Ahmed Şemseddin Sivâsî (ö.1006/1597) ile onun halîfeleri ve yeğenleri Abdülmecid (ö.1049/1639) ile Abdülahad Nûrî (ö.1061/1651), Sivâsîler adıyla anılan bir Halvetî-sûfî ekolünü oluşturmuştur. Sivâsîler XVII. yüzyılda Kadızâdeler ile bâzı konularda görüş ayrılıklarıyla tartışmalara girecekler ve tasavvuf târihimizde bu olay Sivâsîzâde ve Kadızâdeler mücâdelesi olarak geçecektir.
XVII. asrın ünlü tasavvufî simaları arasında sayılabilecek başlıca mutasavvıflar, el-Kevâkibü'd-dürriyye adlı sûfî tabakatının yazarı Mısırlı Abdurraûf Munâvî (ö.1031/1620), Nakşbendîliğin yeni bir veçhe kazanmasını sağlayan ve Hindistan'da hem İslâmiyetin, hem de Nakşîliğin yayılmasında büyük hizmeti geçen ikinci 1000 yılının yenileyicisi İmam-ı Rabbani (ö.1034/1624), Celvetiyye tarîkatı piri Aziz Mahmud Hüdâyî (ö.1038/1628), Kâdirîliği İstanbul'a getirip adına bir tekke kurarak kol geliştiren İsmail Rûmî (ö.1041/1631), Halvetiyye'nin Ramazâniye kolu kurucusu Ramazan Mahfî (ö.1025/1616) ve Mesnevî şarihi Ankaralı İsmail Rusûhî (ö.1041/1630)dir. Rusûhî'nin diğer eserlerinin yanısıra Minhâcü'l- fukarâ adıyla Abdullah Ensârî'nin Menâzilüs- Sâirîn'ine yazdığı Türkçe şerhin tasavvuf târihimizde ayrı bir önemi ve yeri vardır. Füsûs şarihi Bayrâmî Melâmî ricâlinden Bosnalı Abdullah Efendi'nin (ö.1054/1644) altmış kadar eseri vardır ve Konya'da Sadreddin Konevî'nin yanında medfundur.
Aziz Mahmud Hüdâyî ve tarîkatı çevresinde yetişmiş Oğlanlar şeyhi İbrahim Efendi (ö.1066/1655), Sarı Abdullah Efendi (ö.1071/1661) ve Zâkirzâde Abdullah (ö.1068/1658) ile Nev'îzâde Atâî (ö.1045/1635), gerek tasavvufî bilgi ve gerekse terceme-i hâl açısından telif ettikleri eserlerle mühim bir yeri vardır. Özellikle Sarı Abdullah Efendi, Mesnevî Şerhi ve İbn Arabî tarzında kaleme aldığı eserleri ve Melâmî tavrıyla ilginç bir kişiliğe sâhiptir.
Halveti ricâlinden Hulvî Mahmud Efendi (ö.1064/1654) ise Lemezât-ı Hulvî adıyla bilinen evliyâ ve sûfî ricâline âit menâkıb ve hâl tercemelerinden oluşan eseriyle ünlüdür.
XVII. asrın sonlannda vefât eden Halvetiyye'nin Şâbâniye kolundan Karabaş Velî adıyla ünlü Ali Alâeddin Atvel (ö.1090/1679) Halvetiyye'nin, Atpazarî Osman Fazlı İlâhî (ö.1102/1690) ise Celvetiyye'nin güçlü temsilcileridir. Bulgaristan-Şumnulu olan Osman Fazlı renkli bir kişiliğe sâhipti. Sözünü esirgemeyen Osman Fazlı Efendi, devrin padişahlarına kadar pekçok kimseyi irşad etmiş, uyarmış, hattâ bu yüzden zaman zaman sürgün hayâtı da yaşamıştır.
Onun en önemli eseri Bursalı İ. Hakkı (ö.1131/1719)'dir. Bursalı İ. Hakkı'nın yüzden fazla eseri ve geniş bir tesiri vardır. Özellikle Rûhu'l-beyân adlı tefsiri, devrinin olduğu kadar, sahasının da âbide eserleri arasında yer alabilecek özelliktedir.
XVIII. Asrın başlarında Bursalı İsmail Hakkı ile çağdaş halvetî ricâlinden Üsküdar'da Mehmed Nasûhî Efendi (ö.1130/1718), Karagümrük'te Nûreddin Cerrahî (ö.l133/1721), Edirne'de Hasan Sezâî (ö.1151/1738) ve Malatyalı Niyâzî Mısrî (ö.l150/1737) kendi adlarına muzaf şube tesis etmişlerdir. Tasavvufî konularda eserleri bulunan bu şeyhlerden Niyâzî Mısrî ile Hasan Sezâî'nin matbu divanları da vardır.
Sarı Abdullah Efendi'nin torunu La'lîzâde Abdülbâkî (ö.1159/1746) hem Nakşî, hem de Melâmî'dir. Menâkıb-ı Melâmiyye-i Bayramiyye adıyla kaleme aldığı eseriyle, dedesi Sarı Abdullah Efendi'nin yolunda olduğunu göstermiştir.
XVIII. asırda yetişen bir önemli sûfî de Erzurum Hasankaleli İbrahim Hakkı'dır. (ö.1186/1772) Siirt'in Tillo'sunda şeyhi Fakîrullah Efendi'den Kâdirî ve Nakşî eğitimi görerek damadı oldu. Tasavvufî konularda olduğu kadar ilm-i hey'et hakkında geniş bir nüfûz sâhibi olan İbrahim Hakkı'nın en önemli eseri Mar'ifetnâmesi'dir.
|