TARİKAT DÖNEMİ 3 :
Bunlardan Şeyh Muhlis Baba, Cengiz istilâsından kaçarak Anadolu'ya gelen ve Amasya'da yerleşen Baba İlyas Horasanî'nin oğludur. Selçuklu Devleti'nin parçalanmasını müteakip altı ay kadar Konya'da Emir olarak kalmış ve bilâhare istifa ederek Sultan Osman ile gazalara iştirak etmiştir. Meşhur Âşık Paşa'nın babasıdır.
XIV. Asırda İran'da Sühreverdî şeyhlerinden Şeyh Sa'dî (ö.691/1292) ve Cemâleddin Ezherî (ö.672/1273) gibi şeyhlerin terbiyesinde yetişen İbrahim Zâhid Gilânî (ö.700/1300)'nin halîfeleri vâsıtasıyla Safeviyye ve Halvetiye adlı iki büyük tarîkatın kurulup geliştiğini görüyoruz. Gilânî'nin halîfeleri Kerîmuddîn Ahî Muhammed Halvetî (ö.751/1350) tarafından kurulan Halvetîlik, XV. Asır'dan sonra Osmanlı ülkesinin en yaygın tarîkati olacak, tesir ve nüfûzunu İran'dan Kafkasya, Anadolu ve Rumeli tarafına kaydıracaktır. Safevîlik ise Gilânî'nin diğer halîfesi Safıyyüddîn Erdebilî (ö.735/1334) vâsıtasıyla kurulan, önceleri sünnî ancak daha sonraları şîî temayüller taşıyan, hattâ Safevî-Şîî devletinin kuruluşunu hazırlayan bir tarîkattır. Gilân, İran'ın sünnî bölgesidir. Safıyyüddin, oğlu Şeyh Sadreddin (ö.774/1392) ve onun oğlu Alâeddin Ali (ö.833/1429) genellikle sünnîdir. Alâeddin Ali'nin oğlu İbrahim (ö.851 /1447)'den sonraki Şeyh Cüneyd (ö.864/1460)' de şîîlik ön plana çıkmıştır. Safevî devletinin kurucusu Şah İsmail de Şeyh Cüneyd'in kızı tarafından torunudur.
Sultan Orhan'ın maiyyetinde muhtelif savaşlara iştirak etmiş olan Geyikli Baba, Abdal Musa, Abdal Murad, Duğlu (Ayranlı) Baba gibi babalar, Bâbâî tarîkatına mensup ve Baba İlyas mürîdlerindendi. Bunlar için Bursa'nın Keşişdağı (Uludağ) eteğinde zâviyeler yaptırılmıştı.
Hacı Bektaş Velî'nin Osman Gâzi ile olan münâsebeti hakkında eski Bektaşî menâkıbnâmelerindeki rivâyetlerin sonradan uydurulduğu ve yeniçerilerin kuruluş devrinde yine bu zatın hayır dua ettiği rivâyetinin târihî gerçeklerle îzahı pek mümkün görülememekle berâber, Osman ve Orhan Gâzi devirlerinde serhad harplerine iştirak eden Türkmenlerin büyük bir ekseriyetinin Hacı Bektaş mürîdlerinden olduğu anlaşılmaktadır. Yeniçeri Ocağı 'nın teşekkülü ile ilgili menkıbe, onun hâtırasına hürmeten sonradan bu şekle girmiş olmalıdır.
Hammer'in ifâdesine göre, Orhan devrinde kurulan "Yeniçerilik" mensublarının tamamı hem asker, hem mürîd idi. Hattâ tarîkatın şeyhi 99. Alay'ın miralayı olduğu gibi, dervişlerin de sekizi yeniçeri kışlalarında bulunarak gece-gündüz devletin saâdeti ve arkadaşlarının muzafferiyeti için dua ederlerdi.2
Osmanlı'nın kuruluş yıllarında Şam bölgesinde yaşayan İbn Teymiyye (ö.728/1328), İbn Arabî ve taraftarlarına karşı şiddetli bir taarruz başlatmıştır. Ancak Osmanlı döneminde her nedense Osmanlı ülkesinde İbn Teymiye düşüncesinin pek fazla tesiri görülmemiştir.
XIV-XV. Asırlarda yaşayan Hacı Bektaş halîfesi Taptuk Emre'nin mürîdi olan Yûnus Emre tarîkat pîri olmamakla berâber, heyecanlı bir mutasavvıf ve kelimelere yüksek mânâları rahatlıkla terennüm ettirebilen kuvvetli bir şâirdi.
Devrinde ahîlerin reisi bulunan Edebâli'den sonra bu riyâsetin kime geçtiğini bilemiyoruz. Ancak 1. Murad devrinde bizzat sultanın ahîlerin reisi olduğunu Gelibolu'daki ahî reislerinden Ahî Musa'ya verdiği 767 Recep/1366 Mart târihli icâzetnâme ve vakıfnâmeden anlıyoruz. 1. Murad Hudâvendigâr döneminde, ahîlik teşkilatının artık Rumeli'ye geçmeye başladığı görülmektedir.
Aynı yıllarda Türkistan bölgesinde Yesevîlik ve Hâcegân silsilelerinden feyz alarak yeni bir tasavvufî hareketin serhalkası olacak Şah-ı Nakşîbend Muhammed Bahâeddin Buhârî (ö.791/1389)'nin etkisini hissettirdiği yıllardır. Bursa'ya gelip yerleşen Emir Sultan'ın akrabası Emir Külâl'in hâlifesi olan Şâh-ı Nakşîbend'in kurduğu bu tarîkat, özellikle Mevlânâ Hâlid Bağdâdî'den sonraki dönemde XIX. Asır Osmanlı ülkesinde ve İslâm Dünyâsının her tarafında etkili olacaktır.
Nakşbendiyye'nin Osmanlı ülkesine ilk defa Fâtih devrinde Simavlı Molla Abdullah İlâhî (ö.896/1491) tarafından getirildiği bilinmektedir.
XIV ve XV. yüzyılda Türkistan ve Mâverâünnehir bölgesinde Nakşîbendîliğin güçlü temsilcileri arasında Muhammed Parsa (ö.822/1419) Alâeddin Attâr (ö.802/1399) ve Ubeydullah Ahrâr (ö.893/1490)'ı görüyoruz. Özellikle Ubeydullah Ahrâr, Nakşîliğin yayılmasında son derece etkili olmuş bir sûfîdir. Fatih Sultan Mehmed Han'ın kendisine büyük saygı duyduğu kaydedilen Ahrâr, tabakat yazarlarından Nefehâtü'l-üns müellifi Molla Câmî (ö.898/1492) ile Reşâhât müellifi Safıyyüddin Ali (ö.939/1532)'nin şeyhidir. Özellikle bu sonuncusu Reşâhât adlı eserini Nakşîbendîlik ve adetâ Ubeydullah Ahrâr için yazmıştır.
XIV. Asr'ın sonlarına doğru, bilhassa Ankara'nın fethi (761/1360)'nden sonra ahîlerin Anadolu'daki nüfûzu azalırken, Ekberiyye, Mevleviyye, Zeyniyye tarîkatlarının ise hızla yayılmaya başladığını görüyoruz. Bunlardan Ekberiyye Tarîkatı, Osmanlı ülkesine Dâvûd Kayseri (ö.75l/1349) vâsıtasıyla gelmiş, Şemseddin Molla Fenârî (ö.834/1431) ile gelişmişti. Zeyniyye Tarîkatı ise Abdullatif Makdisî (ö.856/1452) vâsıtasıyla Osmanlı topraklarına getirilmişti.
Bu asırlarda Mısır'da yaşayan İbnü'l-Mulakkın (ö.804/1401), Tabakâtü'l-evliyâ adlı sûfî tabakâtından başka pekçok tasavvufî eserin yazarıdır.
Yıldırım Bayezid devri sûfîlerinden Bursalılarca Emir Sultan diye maruf ve İmam Hüseyin evlâdından Şemseddin b. Ali el-Hüseynî (833/1429) ise Buhâralı olup orada tahsil ve tarîkat terbiyesi görmüştü. Kübreviyye tarîkatının Nur-bahşiye kolundan olan Şemseddin Buhârî, daha sonra hacca giderken önce Bağdad'a, sonra da Anadolu'ya gelmiş ve Bursa'ya yerleşmiştir. Bursa'da şöhreti kısa zamanda artınca Yıldırım Bayezid'in kızı Hunda Sultan'ı alarak damadı olmuş ve Ü. Murad'ın İstanbul muhasarasına (825/1422) yüzlerce mürîdiyle katılmıştı. Timurleng'in Anadolu'yu istilâsı üzerine Emir Buhârî'nin esir edilerek Timur'un nezdine gönderildiği rivâyet edflir.
Yıldırım Bâyezid devri sûfîleri arasında, Ulu Câmî'in ibâdete açılışı (802/1400)'ında ilk hutbeyi okuduğu rivâyet edilen "Somuncu Baba" nâmıyla meşhur Hamîdüddin Aksarâyî (ö.815/1412)'nin müstesna bir yeri vardır.
Bu devirde ahîler yavaş yavaş tarîkat hüviyetlerini kaybederek daha çok bir esnaf teşkilatı havasına girmekle berâber, nüfûzlarını hâlâ devam ettirmekteydiler. Ahîler, Anadolu'da esnaf teşkilatına dönüşürken, Balkanlar'da ise tarîkat hüviyetini muhafaza etmekte idiler. Nitekim Yıldırım Bâyezid, Dimetoka'da bir zâviye yaptırıp ona bâzı vakıflar tahsis etmişti. Bu devrede Yeni Zağra'da Kılıç Baba Zâviyesi, Çirmen'de Musa Baba Zâviyesi gibi, Paşa Livası'nda altmış yedi zâviye bulunuyordu. Tarîkat erbâbına gösterilmekte olan hürmet ve bağlılık bu asırda devam etmiş; fakat bu arada Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin (ö.820/1417) gibi şeyhliği şahlığa çevirmek sevdasına düşenler de olmuştu.
Şeyh Bedreddin, hâlifeleri vâsıtasıyla hem Anadolu'da ve hem de Rumeli'nde hazırlamış olduğu "alevî" muhitlerinde hareket ederek bir nevi "Alevî Kıyamı" demek olan Şeyh Bedreddin vak'asını gerçekleştirdi.
Bayrâmiyye tarîkatı kurucusu Hacı Bayram Velî (ö.833/1429) ile hâlifeleri Akşemseddin (ö.863/1459), Bıçakçı Ömer Dede (ö.880/1475), Akbıyık Meczûb (ö.860/1455), Yazıcıoğlu Mehmed (ö.855/1451) ve kardeşi Ahmed Bîcân (ö.858/1454) Efendiler XV. asır mutasavvıflarının meşhurlarındandır.
Bu devir sûfîleri arasında önce Hacı Bayram Velî'ye intisab ederek damadı olan, bilâhare Hüseyin Hamevî (ö.832/1428)'den Kâdiri tarîkına sülûk ederek Eşrefıyye kolunu kuran Abdullah Rûmî (874/1469)'yi zikredebiliriz.
XV. Asrın ikinci yarısından sonra Bayramiyye tarîkatı muhtelif kollar hâlinde (Şemsiye, Melâmiyye, Celvetiyye) gelişmekte iken Halvetiye ve Zeyniyye tarîkatlarının da bir hayli yaygınlaştığını görüyoruz.
Bu devrede Bayramiyye'nin Şemsiyye kolundan -ki Akşemseddin tarafından kurulmuştur- Kayserili İbrahim b. Sarraf Hüseyin (ö.887/1482) ve Akşemseddin'in oğulları Feyzullah (ö.950/1553), Emrullah (ö.909/1503) ve Hamdullah Çelebi (ö.897/1491) ile Sivrihisarlı Baba Yusuf (ö.918/ 1511) ve Habîb Karamanî (ö.902/1497)'yi sayabiliriz.
Hacı Bayram Velî'nin halîfesi olan Bıçakçı Ömer Dede (Ömer Sikkînî)'ye bağlı bulunan Bayramiyye'nin Melâmiyye kolundan bu devirde Ayaşlı Bünyâmin (ö.926/1520) ile halîfesi Pîr Alî Aksarâyî (ö.945 /1538)'yi Pir Ali'nin oğlu Oğlan Şeyh İsmail (ö.935 /1529) ve halîfesi Ahmed Sârbân (ö.952/1545)'ı zikredebiliriz.
___________
2.Târih, l, 200
|