TASAVVUFUN TÂRİFİ VE KAYNAĞI ..:: 3 ::..:
6. Tasavvuf Allâh'a tam teslîmiyet ve rabbâniliktir:
Bâzı mutasavvıflar teslîmiyet ve ibâdet konusundaki titizliğine bakarak tasavvuf için târifler yapmışlardır. Bunlara şöyle birkaç örnek verilebilir:
Ebû Muhammed Ruveym (ö.303/915): "Tasavvuf, Allâh ile birlikte nefsi murâd-ı ilâhîye bırakmaktır."
Ebu'l-Hüseyn Müzeyyin (ö.328/939): "Tasavvuf Hakk'a boyun eğmektir."
Ebû Alî Rûzbârî (ö.322/933): "Tasavvuf, kişinin kovulsa bile Sevgili'nin kapısında diz çöküp beklemesidir."
İbn Hafif (ö.331/942): "Tasavvuf, takdîr-i ilâhîye sabır, Allâh'tan gelene rızâ ile çöller ve yollar aşmaktır."
Ebû Sehl Su'lûkî: "Tasavvuf itirâzı terketmektir."
İslâm teslîmiyet demektir. Nitekim Kur'ân'da: "Ben âlemlerin Rabb'ına teslim oldum."38 âyetiyle Hz. Peygamber'in: "İslâm ol, kurtul."39 hadîsleri bunu ifâde etmektedir. Çünkü gerçek kulluk teslîmiyettir. "Allâh, kulunun kendisinden başkasına kul olmamasını"40 ister. Ayrıca "İnsanın hevâsının ve duygularının esiri olmamasını"41 bekler. Kur'ândaki "Rabbânîlik" emrini bu anlamda düşünmek gerekir. "Kitabı okuyup öğrettiğinize göre, içi dışına uygun Rabbani âlimler olun."42 Rabbânî âlim, ilmi kendisine fayda sağlayan, kendisini dünyâ zînetinden, mal ve evlad fitnesinden ve şehvet ihtirâsından koruyabilen kimse demektir. Bunun aksi ise, ilmi kendisine fayda sağlamayan âlimdir ki, Allâh Rasûlü böylelerinin kıyâmette en çok azâba uğrayanlar olacağını bildirmiştir.
İslâm hristiyanların uydurdukları gibi dünyâdan büsbütün kopuk, evlenmeyi bile yasaklayan, dünyâ nîmetlerinden istifâdeyi nehyeden, halkın arasına karışmaya asla izin vermeyen rûhbanlığı yasaklamış, onun yerine yukarıdaki âyet-i kerîme ile "Rabbânîliği", Allâh adamı olmayı öğütlemiştir.
7. Tasavvuf Hakk'a vuslattır (ihsân):
Tasavvufun nihâî gâyesinin Hakk'a vuslat ve rızây-ı ilâhîye nâiliyyet oluşundan hareketle, Bâzıları tasavvufu buna benzer ifâdelerle tanımlamışlardır:
Zünnûn Mısrî (ö. 245/859): "Ehl-i tasavvuf, Allâh'ı her şeye tercîh eden ve Allâh'ın da kendilerini herşeye tercîh edip yücelttiği kimselerdir."
Ebu'l-Huseyn Nûrî (ö.295/907): "Tasavvuf, Hakk'ın nasîbi için nefsin nasibini külliyyen terketmektir."
Ebû Amr Dımaşkî (ö.320/932): "Tasavvuf, yaratıkları noksan görmek, her noksandan münezzeh olan Hakk'ı görmekle noksan olan herşeye gözü yummaktır."
Ebû Bekir Şiblî (ö. 334/945): "İki dünyâda Allâh ile berâber O'ndan başka birşey görmemektir."
Bu târiflerde anlatılan basîret nazarıyla, tahakkuk ve müşâhede yoluyla Hakk'a vuslat, tasavvufun varmak istediği son hedeftir. O'na varmak ve O'nunla olmaktır. Kur'ân'daki Allâh'ın kendilerinden râzı olduğunu haber verdiği, rızâ ve ihsân makamına erdirdiği kullar bunlardır.43 İhsân, tasavvufta vusul, cem' ve maiyyet gibi kavramlarla ifâde edilmiştir. Buhârî'de rivâyet edilen bir kudsî hadîste vuslat ve Allâh ile berâberlik şuuru şöyle ifâde edilmektedir: "Allâh Teâlâ buyurur: "Benim velî kuluma düşmanlık edene Ben harp îlan ederim. Kulum Bana, üzerine farz kıldığım şeylerden daha sevimli hiçbir şeyle yaklaşamaz. Kulum farzlardan sonra nâfilelerle yaklaşmaya devam ederse Ben onu severim, Ben onu sevince de onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı, düşünen aklı ve konuşan dili olurum. Böyle bir kulun istediğini hemen veririm, Bana sığınınca onu korurum."44 Kulun Allâh ile işitmesi, görmesi bir çeşit vuslattır. Allâh ile cem'dir. Allâh kulun fiilinin hâlikı olması hasebiyle bütün kullarıyla aynı durumdadır. Bu yakınlık Kur'ân-ı Kerîm'de birkaç âyet-i kerîmede açıkça belirtilmiştir. "Biz ona şah damarından daha yakınız."45 "Yönünüzü ne tarafa dönerseniz Allâh oradadır." 46, "Attığın zaman sen atmadın Allâh attı.".47 Bu âyetlerden kulun Allâh'a yakınlığı ve kulun fiillerinin Hâlik'a göre durumu açıkça ortaya çıkmaktadır. Aslında her şeyin fâili Allâh olduğu hâlde, insan dünyâ ve mâsivâ perdesi ile örtülü olduğundan, bu gerçeği göremiyor ve fiilleri geçici sûretlere hamlediyor. Fakat hadîste anlatıldığı gibi ibâdetlerle vuslata erenler bu sırrı hemen kavramaktadır. Tasavvufun ulaştırmak istediği tevhîd anlayışı budur. İbâdet sonucu meydana gelen aşk ve sevgi ile kulun Allâh'a varması, maddî ve zatî birleşme (hulul ve ittihâd) değil, mânevî bir vusuldür. Bunun başlangıcı kesbî, sonucu ise vehbîdir.
8. Tasavvuf İslâm rûh hayâtıdır:
İbâdet, riyâzat ve mücâhede sonucu rûhta meydana gelen kemâl ve inkişâf, mârifet-i ilâhiyye ve varlık konusunda bir takım ledünnî ve keşfi bilgilerin ortaya çıkmasını, aşk, cezbe, şevk ve zevk gibi rûhî duyguların yaşanmasını sağlar. Bu yüzden bâzı mutasavvıflar tasavvufun bu yönüne dikkat çekerek bu tür tanımlar yapmışlardır.
Cüneyd Bağdâdî'nin iki sözü sûfîlerin rûh hâlini ve mârifet-i ilâhiyye anlayışını ifâde etmektedir:
a) "Tasavvuf, Hakk'ın seni senlikten öldürüp kendisiyle diriltmesidir."
b) "Tasavvuf, sûfînin içinde bulunduğu bir sıfattır. Bu sıfat, hakîkati îtibârıyla Hakk'ın, sûret ve zâhiri îtibârıyla halkındır."
Ebû Ya'kub el-Mezâyilî: "Tasavvuf, her türlü sıfatın kaybolduğu bir hâldir." der.
Ayrıca Kur'ân'da onun şahsına özel olarak: "Gecenin bir bölümünde uyanıp kalk ve sana mahsus olmak üzere bir nâfile (teheccüd) namazı kıl! Ola ki, Rabbın seni övgüye lâyık bir makama ulaştırır."48 "Senin Rabbın şüphesiz bilir ki, sen gecenin üçte ikisinden daha azını, yarısını ve bazan de üçte birini ibâdetle geçirmektesin."49 âyetleri onun gece namazına düşkünlüğünü tescil etmektedir. "Farz namazlardan sonra en fazîletli namaz, gece namazıdır."50 Hadîs-i Şerîfi, O'nun gece ibâdetine verdiği önemi ve gece namazının erdirici özelliğini gösterir. Efendimiz'in, geceleri dizleri şişinceye kadar ibâdet ettiğini ve kendisine "gelmiş geçmiş bütün günahlarının bağışlandığının Kur'ân diliyle haber verildiği" hatırlatıldığında şu cevâbı verdiği bilinmektedir: "Şükredici bir kul olmayayım mı?"51 Bu cevap O'nun ibâdetten aldığı rûhî hazzı gösterir.
Farz ibâdetlerin dışında nâfile namaz ve oruç gibi zikir, dua ve istiğfarla çokça meşgul olduğu ve bu konuda ümmetine tavsiyelerde bulunduğu hadîs ve şemâil kitaplarında nakledilmektedir. Dualarında, diğer ibâdetlerinde olduğu gibi, tam bir vecd ve coşku içinde Rabbına iltica ettiği: "Sana teslim oldum, sana îmân ettim, sana güvendim, sana sığınıyorum." gibi lâfızlarla O'na olan teslîmiyetini ifâde buyurduğu bilinmektedir.
Peygamberliğinin başlangıcında Hira mağarasında halvet hayâtı yaşadığı gibi, Medîne'de Ramazan aylarının son on gününde îtikâfa girer ve bu inzivâ sırasında rûhu yükselir, Cebrail ile Kur'ân'ı mukâbele ederdi.
O'ndaki Allâh sevgisi, rûhunu doldurmuş, daha peygamberliğine tekaddüm eden aylarda inzivâ hayâtında iken halk O'nun için: "Muhammed Rabb'ına âşık oldu." demeye başlamıştı. Peygamberliğinden sonra da halktan dost olduklarına ancak Allâh için dost olmuş ve: "Allâh'tan başka bir dost edinecek olsaydım, Ebû Bekr'i edinirdim." 52 buyurmuştur. "Ben Allâh'ın dostuyum; ama bunu öğünmek için söylemiyorum."53 derdi. "Kişi sevdiği ile berâberdir." inancıyla ömür boyu Rabbı ile berâber olma rûhî olgunluğunda yaşadı ve nihâyet dünyâ ile âhireti tercîh konusunda muhayyer bırakıldığında: "Allâhümme er-Refîka'l-a'lâ; Senin yüce cânib-i izzetini tercîh ediyorum."54 diyerek rûhunu teslîm etti.
___________
38.el-Bakara, 2/131
39.Buhârî, Bed'ül-vahy 6
40.el-İsrâ, 17/23 41.el-Casiye.45/23 42. Âl-i İmrân, 3/79
41.el-Câsiye, 45/23
42.Âl-i İmrân, 3/79
43.bk. et-Tevbe, 9/100
44.Buhârî, Rikak 37
45.el-Vâkı'a, 56/85
46.el-Bakara, 2/115
47.el-Enfâl, 8/17
48.el-İsrâ, 17/79
49.el-Müzzemmil, 73/20
50.Müslim, Siyam 232; Ebû Dâvûd, Savm 55
51.Buhârî, Teheccüd 6
52.bk. Buhârî, Fazâilu's-sahâbe 3
53.Tirmizî, Menâkıb 16
54.bk. İbn Hanbel, VI, 48
|