ZÜHD DÖNEMİ 4 :
6. İlk İki Asır'da Başlıca Zühd Mektepleri
Hicrî II. asırın sonuna kadar olan dönem genellikle zühdün ferdî olarak yaşandığı bir dönem olmakla birlikte bâzı bölgelerde belli başlı zâhidlerin açtığı bir zühd çığırı gözlenmektedir. Bunların başhcaları Medîne, Basra, Kûfe ve Horasan mektebidir.
Hicrî I. II. (M. VII. ve VIII.) Asır'daki Zühd Mektepleri
a) Medîne Mektebi
Zühd ve tasavvufun Kur'ân ve sünnetten alınan temel esasları İslâm devletinin ilk başkenti olan Medîne'de hayâta yansımıştır. Zühdî hayâtın en güzel örnekleri orada Hz. Rasûlullah (s.a.s.) ile hulefâ-i râşidîn, ashâb-ı kiram ve ashâb-ı suffenin hayâtında yaşandı. Medîne, zühdî hayâtın merkezi olmaya, Emevîlerin başkenti Şam'a taşıdıkları yıllara kadar devam etti. Şam'da Emevî saltanatının hüküm sürdüğü yıllarda Medîne'de Saîd b. Müseyyeb (ö.90/709) gibi zâhidler eksik değildi. Siyasî otoritenin merkezi Şam'a taşınınca Medîne mânevî hayât açısından daha bir önem kazandı. Allâh Rasûlünün beldesi ve başkenti siyâsî çalkantılardan bunalanların sığındığı bir selâmet sahili oldu. Vakıâ zaman zaman Abdullah b. Zübeyr gibi siyâsî kavganın içinde yer alan kimseler ve onların taraftarları görünse bile, Medîne genel havası îtibârıyla bir zühd şehriydi.
b) Kûfe Mektebi
Hz. Ali'nin devletine başkent yaptığı bu şehir, Hz. Peygamber'in torunu Hz. Hüseyin'in şehid edildiği Kerbelâ'ya yakındır. Ehl-i Beyt taraftarları ile şîa mensuplarının Şam'daki Emevî hânedanına karşı savaş verdikleri bir merkezdir. Hz. Hüseyin'in şehâdetinden sonra meydana gelen pişmanlık sebebiyle bu bölge insanlarından bir grup, üzüntü ve gözyaşı ile kendilerini zühd ve ibâdete verdiler. "Bekkâûn" adıyla anılan bu gruba, pişmanlıkları sebebiyle "Tevvâbûn" adı da verilmiştir. Siyâsî kargaşanın âmil olduğu bu zühdî hayât, bâzı araştırıcıların ifâdesiyle Yemen halkının "misâli ve sembolî" özelliğini taşır. Mezhep de şia ve ehl-i beyt temayülüyle tanınır. Bunların hadîs ilmiyle olan ilgilerinde zâhir ve zâhire âit konular ağırlık kazanır. Şiirde de plâtonik aşk anlatımı esastır. Tavus b. Keysân, Saîd b. Cübeyr, Mansûr b. Ammâr, Câbir b. Hayyân ve Rebî b. Haysem burada yetişen ilk zâhidlerdendir. İlk defa sûfî lakabıyla anılanlar genellikle Kûfe'den çıkmıştır. Ebû Hâşim Sûfî (ö.l50/767) Kûfelidir.
Ebû Haşim Sûfî, önce Kûfe'de, ardından Bağdad'da yaşamış ve buralarda meşhur olmuş bir sûfîdir. Melâmet anlayışına yakın fikirlere sâhiptir. Onun anlayışında, ihlâsa ermekten çok, riyâdan korunmak esastı. Nitekim Süfyân Sevrî'nin onun hakkındaki şu sözü bunu gösterir: "Ebû Hâşim olmasa riyânın ince noktaları bilinmezdi."
c) Basra Mektebi
Basra, İslâm tasavvufunda siyasetten uzak bir zühdî hayâtın merkezi olmuştur. Çünkü burada yetişen Hasan Basrî, İslâm'da kitap ve sünnete dayalı ehl-i sünnet anlayışını ilk sistemleştiren zâhid-sûfî olarak anılır. Basra mektebi Temîmoğullarına bağlı bulunduğundan, tenkid ve araştırma özelliği taşır. Şiirde rasyonalist bir telakkiye sâhip olan Basra mektebi, hadîste de araştırıcı ve sık eleyici bir yapıyı hâizdi. Mezhep îtibârıyla genelde ehl-i sünnet, kısmen de Mu'tezile olan Basra mektebinin Hasan Basrî'den sonraki en ünlü isimleri, onun talebeleri olan Mâlik b. Dinâr, Abdülvâhid b. Zeyd'dir.
Hicrî I. ve II. asrın zâhidlerinin en önemli özelliği, cehennem korkusu ve cennet ümidi ile gözyaşı dökmek, ibâdet ve riyâzatla Hakk'a bağlanmak, dünyâdan el-etek çekmekti. Ancak bu asırlarda Râbiatü'l-Adeviyye ve Ma'rûf Kerhî gibi, sevgiyi öne çıkaran bir anlayış da yaygınlaşmaya başladı. Böylece Basra'daki tasavvuf mektebi Hasan Basrî ve Râbia'nın önderliğinde iki türlü gelişme gösterdi: Korku ve Hüzün Ekolü, Sevgiye Dayalı Zühd Yolu.
aa. Korku ve Hüzün Ekolü: Bu ekolün kurucusu Hasan Basrî, 21/642-110/728 yılları arasında yaşadı. Hz. Peygamber'in hanımlarından Ümmü Seleme'nin himâyesinde Medîne'de yetiştiği ve Basra'da yaşadığı bilinir. Hadîs, fıkıh, kelâm ve tasavvuf sahasında üstad sayılan Hasan Basrî, iyi bir hatipti. Sûfî tabakât kitapları, özellikle Ebû Nuaym ve ondan naklen diğerleri, onun havf ve hüzün ile me'lûf olduğunu anlatır.49 Tanıyanların "dâimâ gözü yaşlı ve yüzü kederli" diye târif ettiği Hasan Basrî, dünyâ ikbâline değer vermeyen ve dünyâya sırt çeviren bir zâhiddi. Zâhidliği kadar tefekkür ve tezekküre dayalı bir tasfiyeyi benimsemişti. Ancak onun bu derin rûh hayâtı, hüzün, havf ve fakra âit söz ve tavırları, zâhidliği bir gâye ve nihâî amaç hâline getirmek değil, aksine bir hayra erişmek ve bir serden kurtulmak içindi. Erişmek istediği hayır, cennet ve rızâ-i ilâhî; kurtulmak istediği korku, cehennem ve gadab-ı ilâhîydi.
Terâcim-i ahvâl ve tabakât kitapları onun, cehennemin sâdece kendisi için yaratılmışçasına cehennemden korktuğunu kaydeder. Korku ve hüzün konusunda: "Îmân eden kişinin kaygı ile sabahlayıp akşamladığını" söylerdi. Çünkü mü'min iki korku arasındadır. Biri geçmiş bir suç, diğeri kalan bir ömür. İnsan işlediği suçunun Allâh tarafından nasıl karşılanacağını bilemediği gibi, ömrünün kalan kısmında nelerle karşılaşacağının da farkında değildir.
Hasan Basrî ile başlayan bu tasavvufî cereyanın temel özelliği, insanı îmâna kavuşturan tefekkür, nefsi tezkiye ve kalbi tasfiye sûretiyle insanı Allâh'ın rızâsına kavuşturan korku ve hüzündür. Hüznün temelinde tefekkür vardır. Çünkü tefekkür, insanı hem iyiliğe, hem de iyiliği yapmaya çağırır. Kötülüğü yapmaktan pişman olmak onu yapmamayı sağlar. Fâni olan ne kadar çok olsa, bâkî olana denk olamaz.
Basra mektebi, Hasan Basrî'nin Habîb A'cemî (ö.115/733), Muhammed b. Vâsî (ö.127/744), Mâlik b. Dînâr (ö.131/748), Eyyûb Sahtiyânî (ö.131/748) Ferkad Sebahî (ö.131/748), Abdülvâhid b. Zeyd (ö.177/793) gibi talebeleri vâsıtasıyla devam etmiştir.50
___________
49.bk. Hilyetü'l-evliyâ, II, 131-132
50. Hasan Basrî ve talebeleri için bk. Abdurrahman el-Bedevî, a.e., s., 152-214
|